Gerilim - Dram

NOKTA

Kısa Özet:
Nokta bir zamanlar işlediği bir suç yüzünden azap çeken ve çektiği azaptan kurtulmaya çalışan bir adamın hikayesi. Ahmet yakın bir arkadaşının ön ayak olması ile tarihi değeri yüksek bir Kuran hırsızlığına istemeden bulaşır. Ancak kalkıştığı iş onu hiç istemediği bir noktaya sürükler.
Filmin bir suç ve ceza ekseni üzerinde ilerleyen hikaye çizgisi Türkiye’nin geleneksel sanat formlarından birini, Osmanlı hat sanatını, da organik biçimde filme dahil ediyor. Osmanlı hat sanatının filmin biçim ve içeriğine olan etkisini gözlemleyebileceğimiz en önemli hususlardan biri ise filmin tek ve kesintisiz bir plandan oluşmuş biçiminden kaynaklanıyor.

Nokta içeriğinde suç ve ceza, görev ve sorumluluk, kötülük sorunu, gelenekten yararlanma konularının üzerinde tartışma açarken seyir zevki vermeyi de ihmal etmiyor.

Özet:
Ahmet arkadaşı Selim’e ailesinden yadigar kalmış değerli bir Kuran’ı satması için yardım etmeye karar verir. Ancak eseri satmak için mafyayı getirdiği zaman çete, arkadaşı Selim’i kaçırır ve babası Veli Hoca’ya 13. yüzyıldan kalan değerli Kuran’ı oğlunun hayatına karşılık kendilerine vermesi için şantaj yaparlar.

Aradan uzun zaman geçtikten sonra Ahmet Selim’in ailesini bulmaya ve onlara gerçeği anlatmaya karar verir. Ancak Selim’in babası Veli Hoca’nın vefat ettiğini öğrenince arkadaşının dayısı Hamdullah Hoca’yla yakınlaşmaya karar verir. Fakat Hamdullah Hoca’ya gerçeği söylemeye cesaret edemez. Bunun yerine Hoca’nın yardımcısı Mümin’e geçmişteki olayları kısmen anlatır.

Ancak Mümin ona saldırınca kendini korumak için tuz gölüne kaçar. Amacı vefat etmiş arkadaşının babası Veli Hoca’nın evine gitmek ve Hoca’nın kızına Selim’den kalan aile yadigarı Kuran’ı bırakmaktır. Yolda giderken akıl sağlığını yitirmiş olan oğlunu arayan yaşlı bir adam ile tesadüfen karşılaşır. Yaşlı adam Ahmet’e acıdığı için motorsikletine binmesine izin verir.

Ahmet bir süre sonra yaşlı adamın motorsikletinden iner, ondan ayrılır. Veli Hoca’nın evine doğru yaya olarak yoluna devam eder. Ancak çok geçmeden Mümin ve Hamdullah Hoca’nın eline düşer, ikisi de  Ahmet’i sorgularlar ve yanında getirdiği Kuran’ı ele geçirirler. Ahmet onlara Selim’in mezarını göstermeyi teklf eder. Hamdullah Hoca yeterince azap çektiği için onu affeder.

Ahmet Selim’in nereye gömüldüğünü gösterdikten sonra uzaklaşmak ister. Ancak her anlamda tükendiği için uzağa gidemez. Tuz gölünün uçsuz bucaksızlığında tek başına yere yığılır, öylece kalakalır.

Nokta içeriğinde suç ve ceza, görev ve sorumluluk, kötülük sorunu, gelenekten yararlanma konularının üzerinde tartışma açarken seyir zevki vermeyi de ihmal etmiyor.

Yönetmen Görüşü:

Filmin Görsel Yapısını Oluşturan Düşünce:
Projemiz, geçmişindeki bu suçtan ötürü pişman olan ve artık affedilmek isteyen bir adamın günümüzün değerleri ile geçmişin değerleri arasında sürdürdüğü mücadelenin hikayesidir. Bir karakterin olumluya doğru değişme ve gelişmesinin hikayesidir.
Bu yönü ile de öykünün hat sanatının altında yatan bazı değerlerle ve biçimsel uygulamalarla aynı doğrultuda bir mantık ve inanışa sahibolduğu ileri sürülebilir. Bunlardan biri aşağıda açıklayacağımız “İhcam” kavramıdır.


Kesintisiz Tek Plandan Oluşan Bir Film:

Film, Osmanlı hat sanatının kimi biçimsel özelliklerini temel almaya çalışıp o doğrultuda bir atmosfer yaratmaya, sinemasal anlatımını bu merkeze göre kurmaya gayret etmektedir.

Bu amaç için geleneksel Osmanlı hat sanatından ödünç aldığımız kavramlardan biri “İhcam” kavramıdır. “İhcam”, hat sanatında, bir çırpıda bitirivermek, harfi bir defada yazıvermek anlamında kullanılmaktadır. Hattatlar ihcam ile yazdıkları zaman, ele aldıkları yazı motifini veya figürü bir çırpıda çizip kompozisyonu süreklilik içinde, ara vermeden bitirmeyi kastetmektedirler.

Nasıl ki bir hattat çalışacağı motifi, bir defada bitirmek gibi bir tercih içinde olabilirse, biz de filmin anlatımını kesintisiz biçimde, süreklilik duygusunu kesmeden, baştan sona tek planda götürmek gibi bir fikri takibetmeye çalıştık. Ancak bu noktadan sonra filmin zaman ve mekan kurmak konusunda farklı bir  tasarımı bulunmaktadır.

Filmin içindeki olaylar, ister geçmişte, ister şimdide geçsinler, sanki içinde yaşadığımız, gerçek zamanda gerçekleşiyormuş gibi kesintisizce ve süreklilik duygusunu verecek şekilde, -kesmelere başvurmadan- “bir defada” anlatılmıştır. “Flashback”  ya da flashback’ten şimdiki zaman geri dönüş söz konusu olduğu zaman dahi bu yöntem devam ettirilmiştir.

Bu anlamda, farklı zaman ve mekanlar filmin içinde iç içe, yan yana  ama süreklilik duygusu verecek bir biçimde inşa edilmiştir. Film bu ve buna benzer başka yönleri ile “Cennetin Beklerken” adlı çalışmanın değişerek devam eden bir başka halkasıdır.

Mekan Seçimi, Işık ve Renk Kullanımı Konusunda Birkaç Örnek

Çekimler için mekan olarak dünyanın ikinci büyük tuz gölü olan Konya Tuz Gölünü kullandık ve filmin tümünü açık havada çektik. Tuz gölündeki uçsuz bucaksızlık ve zemindeki sonsuz beyazlık sayesinde filmin görüntülerinin hat sanatında kullanılan beyaz kağıtları ve kağıtların üzerindeki siyah mürekkkeple yazılmış yazıları hatırlatmasını sağlamaya çalıştık. Ayrıca oyuncuların giysilerinin, aksesuarların, arabaların renklerinin siyah veya gri renk tonlarından seçilmiş olması bize hat sanatını hatırlatacak bir başka yardımcı faktör. Bu yönü ile filmin görüntülerini Osmanlı hat sanatının kağıt üzerindeki örneklerini hatırlatacak biçimde siyah beyaza yaklaştırmaya gayret ettik.

Otantik Kaynaklardan Yararlanmak ve Muhtemel Tehlikler

Otantik kaynaklara yönelip sinema anlatımı oluşturmaya da çalışmamızın altında yatan nedenleri şu şekilde ifade edebiliriz: Acaba filmlerimizin sahibolacağı içeriği ve anlatım dilini, yaşadığımız coğrafyanın geleneksel sanatlarından, geçmişinden yararlanarak zenginleştirmek mümkün müdür?

Film, otantik kaynakları ele alıp farklı bir sinema anlayışı yakalamaya çalışırken çağdaş sinema sanatının geldiği düşünsel ve biçimsel noktanın farkında olarak bu işe soyunacaktır.


Filmin Konusunu Oluşturan Osmanlı Hat Sanatının Genel Özellikleri:

Hat denilince Arap alfabesi ile yazılan sanatlı yazılar akla gelmektedir. İslam medeniyetinde genel olarak plastik sanatlar daha çok süsleme niteliği taşıdılar, artizanal bir çerçevenin dışına taşmadılar. Batının resim ve heykel sanatlarının benzeri İslam toplumlarında olduğu gibi, Osmanlı devletinde de genel olarak pek yeşeremedi.

Ancak, gene İslam medeniyetinde resim sanatının yaygın biçimde var olmaması nedeniyle en fazla öne çıkan ve en şaşırtıcı “estetikleştirme” süreci gösteren el sanatı, hat (Kaligrafi) oldu. Bunun kolay anlaşılır yanı Kuran dolayısıyla yazının kazandığı özel önemdir. Bir camide, kiliselerde göreceğimiz gibi resimler değil; resimlerin yerine Arap harfleri ile yazılmış yazılar yer alır. Mesela Türkiyede her camide, kubbenin çevresinde, sırayla “Allah”, “Muhammed”, “Ebubekir”, “Ömer”, “Osman”, “Ali”, “Hasan” ve “Hüseyin” yazan sekiz levha bulunur. Yazı, böylece, tanrısallığın ve kutsallığın İslamdaki tek meşru simgesi veya taşıyıcısı haline gelmiştir.

Bu noktada hat sanatının Çin ve Japon yazılarından farkına da kısaca değinmemiz yararlı olacaktır. Çin ve Japon yazıları, çoğu alfabenin kökeni olan  piktografiden  (kelimeleri resim olarak gösteren yazı) çok fazla uzaklaşmadığı için, kaligrafiye yakın bir yazıdır. Arap alfabesi de, son kertede, bir başka piktografi örneği olan Mısır hiyerogliflerinden doğmuş ve ve Fenikede gerçekleştirilen alfabeninin Sami toplumlarına geçen kolundan gelişmiştir. Dolayısıyla bir süre sonra Arap alfabesinin resim-yazıdan bir hayli uzaklaştığı söylenebilir. Ama hat sanatı başlayınca, Arap alfabesi yeniden-resimleşmeye gitmeksizin, soyut biçime dayalı bir estetikleşmeye uğradı.

Hat sanatında İran’dan kuşkusuz değerli ustalar yetişmiştir. Ama Osmanlı devletinin bir İmparatorluk haline gelerek İslam medeniyetinin başlıca temsilcisi olmasından sonra, Osmanlı hattatları, bu sanatı daha önce Arap ve İran merkezlerinde görülmemiş derecede geliştirip ve zenginleştirdiler.  İstanbul  ve Türkiye’nin bu sanatın hala daha en önemli merkezlerinden biri –belki de birincisi- olarak görülmesi gerektiği, birçok uzman tarafından belirtilmektedir.

Film ve Hat sanatı arasındaki ilişki

Film, konusunu Hat sanatından almakta, biçimini ve içeriğini hat sanatı etkilemektedir. İslam şairlerinin birçoğu hayattaki herşeyi bir “kitap”, bir “ayet” olarak yorumlamışlar, “yazıyı” hayatta varolan canlı cansız herşeyde görmeye çalışmışlardır. Dolayısıyla filmdeki baş karakterin ana meselesini şekillendiren değer sistemi, bir hattatta bulunması gereken ahlaki değerlerden kaynaklanmaktadır. Filmin ana kahramanı Ahmet cinayet işlemiş bir hattattır ve ruhsal acı çekmektedir. Etrafında gördüğü birçok nesneyi de bu bakış açısı ile yorumlamaktadır. Senaryonun Ahmedi kullanarak sorduğu sorulardan biri şudur. Hayatta hangi noktada ahlaki sorumluluklarımızı yerine getirdiğimiz söylenebilir? Bazı şeyleri yapmamıza rağmen amaçladığımız sonuç yerine gelmediğinde yine de yükümlülüğümüzü yerine getirmiş olur muyuz? Acaba insanı elinden geleni yaptığı durumda ters giden bazı şeyler için suçlayabilir miyiz? Senaryo, kısaca, ahlak felsefesindeki en temel konulardan birine odaklanmıştır: Projenin meselesi eylemde bulunanlar, eylemler ve sonuçlar arasındaki bağın araştırılması diye ifade edilebilir. Bunlardan sadece birine odaklanmanın, şahsen, yanlış sonuçlar verebileceğini düşünüyorum. Eğer ahlak sadece sonuçlarla ilgilenirse; elinden gelen her şeyi yapan bir insanın bile bazen yanlış yapabileceği gibi garip bir sonuç çıkar. Ama öte yandan, ahlak sonuçlarla hiç ilgilenmezse de bir başka tuhaf durum oluşur. Nasıl olur da  eylemlerimizin sonucu olarak ortaya çıkan şeyin bir önemi olmaz?


Filmin ana kahramanı Ahmet:

Ahmet karakteri filmin başında bir hattatın sahibolması gereken manevi ya da ahlaki özelliklerin dışına çıkan bir insan biçiminde çizilmiştir. Ahmet geçmişinde sanat değeri yüksek, el yazması Kuranları kopyalaması ve yüksek fiata sanat piyasasına satmaya çalışması nedeniyle hapiste yatmış birisidir. Üstelik hapisten çıktıktan sonra bir arkadaşına iyilik yapmak amacıyla da olsa benzer biçimde bir el yazması Kuran kaçakçılığı suçunun içine sürüklenir. Hatta hapisten çıktıktan sonra az çok katkıda bulunduğu kaçakçılık suçu, onu cinayet işlemeye kadar sürükler. Cinayeti işledikten sonra olayda çok az payı olmasına rağmen vicdan azabı çekmeye başlar.

Ahmet geçmişte işlediği suçların, “yazı sanatının” tasvip etmediği şeyler olduğunun farkındadır. Affedilmeyi ister. Ama affedilmek için yapması gereken şey, olayların onu sürüklemesi yüzünden, yine Hat sanatı ile ilintili birşeye dönüşür. Ahmet hat sanatı çerçevesinde; suç işlemek, ceza çekmek ve  affedilmek arasında kararlar vermek durumunda kalır.

Projemiz, geçmişindeki bu konumundan ötürü pişman olan ve artık affedilmek isteyen bir adamın bireysel tercihlerinin hikayesidir. Film, “insan” denen şeyi, tarihin, medeniyetin belli bir anında sadece dışsal olayların akıntısına kapılıp sürüklenen bir özne olarak değil; bunların yanısıra, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, kendi kaderi üzerinde bağımsız kararlar alabilen, sorumluluk sahibi bir özne olarak görmeyi yeğleyen bir bakış açısıyla  yazılmıştır. Bu anlamda projenin, orientalistlerin Doğuya, özellikle İslam toplumlarına bakışlarında yer alabilen -özellikle insanın bireyselliği ile ilgili olumsuz temsil biçimlerinin- dışına çıkan  bir yaklaşımı vardır.

Hikayenin Modern Dünyadaki Yeri

Modern toplumlar insanların kendilerine yenik düşüşünü bir değer olarak önermekte, tüketim toplumlarının  bütün sistemi, insanın hırs ve arzularını kamçılamaktadır. Bu nedenle günümüz insanının kendisine yenikliği, bugünkü medeniyetin esas sermayesidir.

Her toplum insan tabiatının bazı sıfatlarını diğerlerine tercih ederek ideal bir insan tipi yaratır. Günümüzde ideal insan tipi, bencilliğiyle, hırsıyla, bireyselliğiyle, geçici şeylerden duyduğu gururuyla geleneksel toplumların tarif ettiği insaniyetten çok uzaktır.

İyi kötü her türlü sıfatı insanlar üzerinde eğreti bir emanet olarak gören Mevlana, insanın kendi nefsine ait kötülükleri olduğu kadar, iyilikleri de aşabilmesi, onları sahiplenmeden geride bırakabilmesini tavsiye eder. Maksat kendini bilmektir.

Filmin bu bilinçle günümüz insanına mütevazi bir katkıda bulunacağını umuyoruz.

Yıl:

2009

Yönetmen:

Derviş Zaim

Senaryo:

Derviş Zaim

Yapımcı:

Derviş Zaim • Baran Seyhan

Oyuncular:

Mehmet Ali Nuroğlu • Serhat Kılıç •Settar Tanrıöğen
Şener Kökkaya • Mustafa Uzunyılmaz • Nadi Güler
Numan Acar • Beyazıt Gülercan • Begüm Birgören • Hikmet Karagöz

Görüntü:

Ercan Yılmaz

Müzik:

Mazlum Çimen

Sanat Yönetmeni:

Natali Yeres

Post Prod. Sorumlusu:

Ulaş Şimşek

AFİŞLER

FOTOĞRAFLAR

KAMERA ARKASI

Fragman ve Filmden Parçalar

İzle

Dilerseniz itunes üzerinden satın alarak veya kiralayarak izleyebilirsiniz.

MEDYADAN

DIŞ MEDYA
Jean Roy. L’Humanite. 11 Haziran 2008

1920’lerin avangardlarından, Andy Warhol’a  kadar Marice Lemaitre’in lettriste/harfçi sinemasından özgürleşmeye, en son video sanatının manifestolarına kadar herşeyi görmüş olduğumuzu sanırdık….Aksiyonun süresinin filmin süresine denk düşmediği bir uzun metrajı tek planda çekmiş bir filmin keşfi de varmış…Derviş Zaim’in beşinci filminde uygulanmış parlak buluş böyle. Nokta’da herşey çizgisel bir kronoloji izlemeden sanki tek planda çekilmiş izlenimini veriyor.

TÜRK MEDYASI
Hilmi Yavuz. Zaman, 13 Mayıs Çarşamba

Derviş Zaim’in “Cenneti Beklerken” ile başladığı İslam estetiğinin yeniden inşası, “Nokta”  ile devam ediyor. Bu gerçekten büyük ve iddialı bir misyondur ve Zaim, bu yeni filmi, “Nokta” ile bu büyük misyonun üstesinden layıkıyla geliyor. Estetikle tasavvufun birbirine eklemlendiği bir başyapıt. ‘Nokta’…

Telesiyej, Taraf, 11 mayıs 2009

Kadim değerlerimizle moderniteyi buluşturmayı başarmış bir film Nokta. Hikayesi hat sanatının çevresinde dönüyor. Hattatın kağıdındaki sonsuz beyazlık, yönetmenin filminin fonundaki sonsuz beyazlıkla (tuz gölü) buluştuğunda ortaya birbirleriyle örtüşen ve aynı zamanda kesişen iki hat çıkıyor; kesik uçlu kalemin çizdiği hatla, kameranın görüntülediği hareketli hayat hattı. Gizemi hiçbir zaman tam manasıyla çözülmemiş olan hattın, ihcamla yazılması, yani hattın tek bir el hamlesiyle, elin kağıttan kaldırılmadan bir seferde bitirilmesi  marifetinin sinemada karşılığı olabilecek bir anlatım dilini seçmiş Derviş Zaim; filmin tek bir planda çekildiği izlenimini oluşturmak istemiş…Noktanın özle biçim uyumu ideal bir denge içinde çözümlenmiş görünüyor… Film sistem sinemasını deşifre eden bir yapıya sahip ve noktasını da bu deşifrasyona koymuş zaten.

Erman Ata Uncu, Radikal İki. 10 mayıs 2009

İşin ilginci, izleyicinin algısını kolaylaştırıcı işaretler kullanılmamasına, geleneksel hikaye anlatımından uzaklaşılmasına rağmen, olayların takibinde bir zorluk yaşanmaması. Yönetmen, meramını, alışılageldiğimiz şekilde, doğrudan aktarmamayı tercih etse de hikayede neyin, nerede olduğunu açıkça algılayabiliyoruz.

Derviş Zaim’in hikayeyi ve ve estetiği birleştirirken bu yüzyıllık zanaatleri nasıl hayati bir yere koyduğu da burada ortaya çıkıyor. Onları hikayenin vazgeçilmez bir unsuru haline getirince filmdeki olay örgüsü ve kurgu, estetik gibi ögeler ayrılmaz biçimde iç içe geçiyor.

Alper Turgut, Cumhuriyet, 11 mayıs, 2009

Derviş Zaim’in listesindeki iyi kotarılmış orijinal filmler gittikçe çoğalıyor…Noktada minimalist bir dekor kullanılıyor ve böylelikle süreklilik duygusu yansıtılıyor, eskiyle yeni, hatla, sinema sanatı da iç içe geçiyor. Ne demeli; gerçekten zor ve takdire şayan bir proje.

Ali Murat Güven, Yeni Şafak,9 mayıs 2009

Türk sinema tarihinin en cesur denemelerinden biri.

Mehmet Açar, Habertürk, 8 mayıs 2009

Nokta’yı.. ben yönetmeninin sinema tutkusuyla dolu, görmeye değer, önemli bir çaba olarak değerlendiriyorum.

Niyazi Kızılyürek, Yenidüzen, 17.05.2009

(Derviş Zaim’in başkahramanı Ahmet’in iyi niyetle ve bilmeden kötülük yapması ve sonradan kendi kendini cezalandırması) ilahi adalet midir, yoksa seküler bir dünyada etik sahibi bir bireyin kendi yarattığı olaylara karşı duyduğu sadakatin, yani özsaygının ve erdemin yolaçtığı bir sonuç mudur, bunu ilk bakışta bilemeyiz. “Kötülük yapan cezasını bulur” gibi içinde “öznenin hakikati” olmayan ahlakçı bir yargılama da düşünülebilir. Hele hele sözkonusu olan, Kutsal Kuran hırsızlığı olursa.

Bana öyle geliyor ki,Derviş Zaim, bir özne olarak “yarattığım veya sebep olduğum her olaya karşı sorumluyum (sadığım)” gibi, özünde varoluş felsefesi ve seküler bir etik anlayışına uzanan bir yerlerde dolaşıyor. Kahramanın (Ahmet’in) vicdani olanın dışında hiçbir sorumluluğu yokken, kendi kendini cezalandırmaya yönelmesi de bundandır…Ancak en önemli soru şudur: Ahmetin kendi kendini cezalandırması bir zorunluluk ve kaçınılmaz birşey miydi, yoksa bir tercih mi? “Zorunluluktu ve de kaçınılmazdı” dersek, Metafizik içinde kalmış oluruz. Yanıtımız “ tercihti” şeklinde olursa, metafizik İyi’nin ve  Kötü’nün ötesine geçerek bir okuma yapabiliriz diye düşünüyorum.

Önceki Film

Sonraki Film