Kitap
Özet:
Selim bulunduğu coğrafi nokta sürekli değişen Sargasso Üniversitesi kampüsünde film çekmenin derdinde bir öğrencidir. Gerekli bütçeyi denkleştirip çekime koyulmanın heyecanı ile tutuşmakta, sponsor bulabilmek için bir sürü yerin kapısını aşındırmaktadır. Ama yardım bulma denemeleri sonuç vermemektedir. Yaşadıkları, senaryosunun esin kaynakları ve yazma süreci giderek iç içe geçmeye başlar. Etrafında bir sürü şey değişip dönüşmekte ama yine de aynı kalmaya devam etmektedir. Kendisi bu sürecin ne kertede farkındadır? Deneyimlediklerinin ve eylemlerinin uzanabileceği nokta parlak sonuçlara mı, yoksa duvara toslamasına mı yol açacaktır? Aşık olduğu kızın elini tutmayı başarabilecek midir? Yazıya bulaşan her insanın bir tür laneti üzerine davet ettiği gerçek gibi duruyor olsa Selim’in etrafında havayı yumuşatabilen kahkaha, neşe ve renk geçidi de bir yandan sürüp gitmektedir. Ares Harikalar Diyarında’nın katman katman açılan, kendini gösterdikçe yeni sorular ortaya atan eğlenceli yapısında okuru, yazma süreci, sanatın anlamı, aşk, gençlik eğlenceleri, metinlerden metinlere sıçramalar, insanın değer üretme süreci ve yeteneği üzerine sorular bekliyor.
Kitap
Yazar Görüşü:
Çoğu yazma eylemi okurlarla yapılabilecek sonsuz sayıdaki sözleşmenin tohumlarını barındırır; her okuma girişiminin altında ise metinle bir anlaşma, yol arkadaşlığı, sohbet başlatma teklifi bulunur. Girişimler metinle okurun ortak eylemi ile başlar, ikisinin ortaklığında yürür, birliktelik sayesinde bir yere varılır veya duvara çarpılır. Bu seyahat bazen tatlı akar, kimi hallerde azgın bir akarsuya dönüşür, arada mahvedici çağlayanlara, sivri kayalara götürdüğü de olur. Okurun yolculuğu biriciktir, sadece onun şahsına özeldir. Okur metinle beraber girmek istediği o mahallenin muhtar adayıdır. Yabancı bir bölgede kendi krallığını ilan etmek için meydan savaşına giden bir imparator gibidir. Bazen talih, bağlam, yıldızlar yardım eder, metinle arasında daha az kanlı çarpışmalar yaşanır, bazen arada hiç dalaş çıkmamasından ötürü canı sıkılır, er ya da geç havlu atar. Kimi hallerde okurun şansı, aklı, sezgileri, bilgisi yaver gider. Bu yolculukta keşfedilecek en büyük şey ne metnin, ne de okurun daha önce tatmadıkları bir bölgeye girmeleridir. Hem metnin hem de okurun mahallede, kalede, bölgede, krallıkta, adına ne derseniz deyin, ilerlenen topraklarda o ana dek bilinmemiş bir yeri hissetmeleridir. Umarım ‘Ares Harikalar Diyarında’ ile çıktığınız yolculuk sizleri bilmediğiniz bir topografya ile tanıştırır.
Kitap
Alıntılar 1:
“Duvardaki posterde yukarıdan aşağıya doğru gitgide açılan mor bir rengin üzerinde kocaman bir Albatros çığlıklar atıyordu. Aşağıda mor rengin iyice açıldığı yerlerde okyanus, dalgalar, sis ve kayalar vardı ve yazarlığa giriş derslerinde öğretildiği gibi karakterler arasındaki çelişkileri güçlendirmek işe yarar bir teknikti.
“Doğru,” dedi Işık. “Doğru ama sen tembel bir yazarsın. Karakterler arasındaki çelişkileri netleştirebilecek sabır, azim yok sende. Yani ne yaptın? N’aparsın mesela?”
Sesinin tınısı keskin ve soğuktu.
“Ne mi yaptım?” dedi Ares. Uzun ince parmaklarını masadaki vazelinin üzerinden…
“Yarattığın karakterlerden birini sevgili dostum; yarattığın tiplerden birini kenara çektin, ona mevzuyu anlattın. Düşüncelerini, nasıl bir kaos istediğini, her insanın içinde küçük bir şeytan bulunduğunu, şeytanın yeşil ışık beklediğini anlattın. Burada uçuyorum. Uçtuğumun farkındayım ama, ne demek istediğimi anlaman için böyle laflar etmeye mecburum. Anladın mı? Sistemi kaosa doğru ufak ufak itekliyordun ama artık kaos için yeşil ışığı yakmanın zamanı geldi. Bam!”
Birayı masaya koydu. Gürültünün metalik dolabı, ranzanın üzerindeki bornozu dolaşması için bekledi. Bacaklarını uzattı.
“Yapay,” dedi Ares. “Bana yapay geliyor. Dışarıdan bir el küt diye araya dalıyor. I-ıh!.. Bence bırakalım karakterler belalarını kendi elleriyle şey etsinler. Bırakınız yapsınlar, bırakınız yıksınlar, bırakınız belalarını yine kendileri bulsunlar.”
“Bir penguen kadar,” dedi Işık. “Bir penguen kadar miyopsun. Benim seni çağırdığım gibi yazar bizleri yanına çağırdı ve şeyi söyledi. Yazar sizsiniz, dedi. Benim şuraya kadar parçalana parçalana getirdiğim öyküyü bir şekilde sona erdirin. Hızlandırın ya da makas değiştirin. Hatta Heidegger’den alıntılar yaptı! Hepimiz otantik olma potansiyelimizi yaşantıya dönüştüremediğimiz oranda suçluyuz. Suçluluk duyguları içinde kavrulmamak için otantik olma potansiyelimizi yaşantıya dönüştürmemiz gerekli.”
İki elini ileriye doğru açık durumda göğüs hizasına kadar kaldırdı. Ardından:
“Niye böyle bir şey yapsın ki” diye sözcükleri döktü. “Yani yazar bilmem kaç bölüm yazdığına, üstelik Karabataklar’a ihtiyacı olmadan yazdığına göre… Yani mantıklı değil ve eğreti duruyor. Sırf aykırılık olsun diye böyle bir işe kalkışıyorsa o başka tabii… N’apıyorsun sen?”
“Yazar,” dedi Işık taşaklarına koltuk altı spreyi sıkmaya çalışırken. “Yazar kahramanları tarafından ayartılır. Yazar bizler tarafından kandırılmış durumda… Öyle varsay… Her şeyi oraya oturt. Her şeyi oradan gör. Başını sudan çıkar artık.”
Ares başparmağıyla posteri işaret etti.
“Ördek suda en derine dalan kuş, Emu en hızlı koşabilen kuş, Işık Selim de en fazla uçan kuş. Hayvanlar ansiklopedisine telefon edeceğim birazdan. Not düşsünler.”
“Kesme,” dedi Işık. “Yazarın yazdıklarında tema yok. Tema icat etmeye çalışıyor olabilir. Bizim yardımımız olmazsa işi kıvıramayacağını çakmış olabilir. Kendini seyirciye ders vermekten alıkoyamadığı için kendisine ket vuracak tiplere, yani sana ve bana ihtiyaç duymuş olabilir. Tıkanmış olabilir. Kısaca gücü yok mesela. En basitinden tükenmiş olabilir. Ya da sınırlarını tanımak istiyor olabilir.”
“Başka?”
“Başka, şey?” dedi diğeri. “Başka, şey olabilir. Tiyatro yapımcıları gibi ne yapacağını bilemiyor olabilir. Tiyatro yapımcıları ne yapacaklarını bilemediklerinde yeni rol dağıtımı yaparlar: Yazar da rolleri yeniden dağıtıyor. Sil baştan makas ve tema değiştiriyor. Tiyatro yapımcısı gibi.”
Ares kaşlarını kaldırdı. Gözü pencere pervazındaki öksürük şurubundaydı. Omuzlarını geriye attı.
“Ben niye böyle bir işe kalkışayım ki? Mesela sen. Nerene ne batıyor ki böyle bir koalisyona giresin? Yazar ne halt karıştırırsa karıştırsın. Kendi sorunu… Sana faydası ne?”
Bacakları paraleldi. Huzurlu bir kayıtsızlıkla ellerini beline koydu.
“Nerene ne batıyor ki?” dedi.
“Onu ayartmak istiyorum,” diye söze girdi Işık. “Ayartmak istiyorum çünkü gücü istiyorum. Her şeyi yönlendirebilme, her şeyi denetleme, istediğimi istediğim biçimde dışarıda bırakabilme yetisini istiyorum. Yazarı ayartırsam güç benim olacak, önerilen bu. Üstü kapalı olarak önerilen bu. İstediğime gireceğim, istediğime çıkacağım.”
Gövdesi dik, göğüs kafesi çıkıktı. Parmağını göbeğine soktu.
“Şey gibi düşün sevgili dostum,” diye devam etti. “Ben bir roman kahramanıyım. Romanın yazarı bir gün beni kenara çekti. Benim seni çektiğim gibi kenara çekti. Kimsenin görmediği ıssız bir bara gittik. Bira içtik. Konuştuk. Bana önerilerini sıraladı. Gücü iste, dedi. İste, ben sana vereyim, dedi. Ruhundaki enerji seviyesi, yapın, algıların istediklerini gerçekleştirmek için yeterli, dedi. Beni kandırmak için bin bir dereden su getirdi. Yok sağlığın ölçütü insanın çevreden ne kadar enerji alıp ne kadarını boşalttığıymış, yok efendim, ona yardım edersem, enerji alıp büyüyecekmişim, ona yardım edersem bana kıyak çekecekmiş. Peygamberi olup cart curt edecekmişim. Uçak ve Uzay Bilimleri Binası’nda yangın çıkarttıktan sonra olaydan bir kere daha bahsetmemiş olması artık yardım istediğinin en açık kanıtıymış. İnsan tek başına hiçlikten kurtulamazmış. Artık gücü kalmamış…”
Ares elinin tersiyle ağzını sildi.
“Dünya yüksek atlama rekoru bu akşam egale ediliyor,” dedi. “Senin sayende Pegasus’a da inanacağım.”
“Aynen senin gibi karşı çıktım ona. İki ayrı dünyadan bahsettiğini ileri sürdüm. Bana niye musallat olduğunu sordum. Fasulye kaynattığını, lafı gevelediğini, söylediklerinin gerçekle en ufak bir ilgisi olmadığını.”
“Seni niye seçti? Hadi vardı, yoktu, bizimle ilişkiye girer miydi, bütün bunları bıraktık, seni niye seçti?”
Sözlerini bitirir bitirmez saatine baktı. Ötekinin:
“Güzel bir soru,” diye tamamladığını işitti.
“Güzel bir soru daha. Öyle ya? Benim yerime saçları küt kesilmiş, işletme son sınıf öğrencisi bir oğlanı da seçebilirdi. Ama seçmedi. Niçin?””
Kitap
Alıntılar 2:
“Titorelli; kuşatılanların yanı sıra kuşatanların da zincire vurulduğunun ayrımındaydı: Ona göre içeriden dışarı, dışarıdan içeri, yukarıdan aşağı, aşağıdan yukarı uzanan bir bağımlılıklar sistemi içerisinde kuşatanlar da (kuşatılanlar gibi) gülünç, acınası ve korkaktı. O nedenle; Albatros adlı öyküden esinlenerek oluşturduğun senaryonun şiddet sahnelerinde irili ufaklı palyaçolar kullandın. Her şeyi sonuna dek abarttın.
Seni hastaneye götürecek helikopter otoparka çok geç inebildi. Helikopter gelinceye dek gözünün önünden, ışıkla yıkanan güneşli nisan sabahları geçip durdu. Hava artık sıcak değildir. Soğuk da değildir. Gökyüzünde birkaç beyaz bulut vardır ve sen portakal yersin; kırlarda, yerlere uzanır, gökyüzünü seyredersin. Helikopter otoparkın üzerindeki gökyüzünde tur attığı sırada can verdin. Sen can verdiğin sırada polis yeniden “Teslim ol!” çağrıları yapmaya başlamıştı.
“Şimdi ne yapacağız?” dedi bir ses.
Devekuşu omzundan feci biçimde yaralanan Ördek’in alnına ıslak bez koyuyordu. Yüzü yemyeşildi.
“Sakin olun,” dedi Ares. Ayağa kalktı, gömleğinden kestiği uzun ince beyaz şeridi akvaryumun suyuna soktu, iyice sıktı, ardından Devekuşu’na uzattı.
“İşimiz zor,” dedi Devekuşu. “Tıbbi müdahale lazım. Kötü yara aldı.”
Ördek yattığı yerde acıyla kıvranıyordu. “Dinleyin,” dedi Ares. “Araç isteyeceğiz.” Sırtını köşeli akvaryumun camına yasladı. “Araç verilinceye kadar da…”
“Teslim ol!” çağrıları Ördek’in iniltilerine karışıyordu. Terini sildi.
“Araç verilinceye kadar rehine öldüreceğiz. Her yirmi dakikada bir…”
Sustu. Kısa Kanatlı Batağan rehinelerin kimlik kartlarını toplamaktan vazgeçmişti. Tavuskuşu elindeki juxtaposition marka otomatik silahı okşuyordu.
“Anlaşıldı mı?” diye devam etti ve sözlerini bitirir bitirmez akvaryumun kenarında kesik kesik ağlayan Bayan Kuo’nun yakasına yapıştı. Kuo’yu kaldırdı, pencerenin önüne doğru sürükledi, arkasına saklandı. Bağıra çağıra bir şeyler söyledi.
Pencere önünde beynine kurşun sıkılan, sonra da dışarıya sarkıtılan rehine güçlü bir görüntü teşkil ediyordu. Çünkü bu görüntüde parçalanan şey aslında bir insanın diğer bir insana duyduğu güven duygusuydu. Aslında bu görüntüde darmadağın edilen şey bir insanın eğer kimseye bir kötülük yapmamışsa, saldırıdan ve zorbalıktan korkmasına gerek bulunmadığı yolundaki güven duygusuydu. Günlük yaşamımızın dokusunu oluşturan o güven duygusu parçalandıktan sonra polisin çağrıları bir süreliğine kesildi. Ardından Ares’in polisten araç talep eden sesi duyuldu. Duyuldu ya bu ses, akvaryumdaki piranhaların güç, özgüven ve rahatlık kokan hareketlerini hiç mi hiç etkilemedi: Piranhalar istiflerini bozmadan yüzmeye devam ettiler. Onların güç, özgüven kokan hareketlerini saptamanın filme ayrı bir tat katacağını düşündüğün an disjunction marka film kamerasına yerleştirdiğin dört dakikalık siyah-beyaz film bitti: Kamerayı, içinden belalar yağdıra yağdıra durdurdun!”
MEDYADAN
DIŞ MEDYA
TÜRK MEDYASI
Nokta, Şaşırtıcı Bir ilk Roman, Kitaplar, 2-8 Nisan 1995, Yıl 13, Sayı 41
Roman, kampüsün radyo istasyonunda kanlı bir çatışma sahnesiyle açılıyor. Tam Tarantino’luk bir giriş…Kahramanımızın adı da Titorelli! (Sadece tesadüfü bir çağrışım kuşkusuz). Kitabın kendi yazılış serüveni ile iç içe bir kurgusu var. Başka bir deyişle, olaylar kurgusal olanla yaşanmakta olanın sınırında gelişiyor. Okuyucuyu da içine çekmeye çalışan, yeri geldiğinde absürd, yabancılaştırma gibi tekniklere başvuran bir ilmek ilmek dokunmuş bir roman. Derviş Zaim 1964 Kıbrıs doğumlu genç bir yazar. 1992 Yunus Nadi Roman Armağanını kazanan bu ilk romanıyla genç edebiyat cephesine yeni bir soluk getiriyor. Kitabı tek bir cümleyle özetlemek gerekirse, 371. Sayfadan yapılan şu alıntı işe yarayabilir belki: ‘Yurt amiri, kağıt, kalem, yazı, senaryo, yurt odası, erkek yurdu, futbol sahası, uçamayan delta kanatçılar, Elia Kazan’ın biyaografisinden alıntılar, konsoloslar, kültür ateşeleri, yandan ve önden farklı görünümler veren kız, kötü çizilmiş kare…’ Sonra, sırf yazara kelek olsun diye, ta en başa dönüş. Zaim’in sonraki çalışmalarını merakla bekliyoruz.
Şenay Aydemir, ‘Hep Genç Kalan Ares’, Milliyet Sanat Kitap, Mayıs 2015
Derviş Zaim, 1996 tarihli “Tabutta Rövaşata” ile girdi hayatımıza. Türkiye sinemasının mihenk taşlarından birisi olarak kabul edilen bu filmin ardından Zaim’in serüvenini de hep sinemacı olarak takip ettik. Zaman ilerleyip yeni filmler eklendikçe kariyerine biz de onun fikirlerini, hayata dair algılarını çok daha yakından tanıdığımızı zannettik. 1992 yılında yazdığı ve o yıl Yunus Nadi Roman Armanağı’nı kazanan, iki yıl sonra Alfa Yayınları tarafından okurla buluşturulan romanı “Ares Harikalar Diyarında”, Derviş Zaim için yeni bir kapı aralıyor oysa. Kitap, yayımlanışının üzerinden 21 yıl geçtikten sonra bu kez İthaki Yayınları etiketiyle karşımızda. Bütün filmlerini izlediğimiz, hakkında yazılar kaleme aldığımız, röportajlar yaptığımız Zaim’in ihmal edilmiş (kendisinin de ihmal ettiği) bir yönüyle tanışmak keyifli bir deneyim.
Karakterin bilinç akışı
Sargasso Üniversitesi kampüsündeyiz (Sargasso, Atlas Okyanusu’nun ABD’ye yakın tarafında belli bölümlerinde yosunların bir ada görüntüsü oluşturduğu deniz. Aynı zamanda Jules Verne, “Denizler Altında 20 Bin Fersah”ta bahseder. Ama kitap buna mı gönderme yapıyor bilinmez!). Hikayemizin ana karakteri Selim, Titorelli isimli bir yazarın (Kafka’nın ‘Dava’sındaki mahkeme ressamı mı?) ‘Albatros’ isimli romanını filme çekmek istemektedir. Selim, filme kaynak bulmak için hem arkadaşlarını seferber eder hem de üniversite rektöründen, eski mezunlardan kaynak bulmak için çabalayıp durur.
Derviş Zaim, bu kitaptan sonra “Neden yeni bir roman yazmadınız?” sorusuna “Filme çekilme ihtimali olmayan bir şey yazmam lazımdı,” şeklinde yanıt veriyor. Aslında “Ares Harikalar Diyarında” da üzerinde kalem oynatılma ihtimali az olan romanlardan. Çünkü okurken karakterin bilinç akışına kapılarak kendinizi kanlı bir film sahnesinin ortasında buluyorsunuz, tam ne olduğunu anlamaya çalışırken içkinin ve ergen saçmalıklarının havada uçuştuğu bir üniversite evi partisine, oradan neyin gerçek neyin kurmaca olduğunu anlayamadığınız başka bir ortama sürüklüyor sizi anlatı.
Postmodern karmaşa
Bu tam da yazarın yapmak istediği şey. Bir tür ‘Harikalar Diyarı’ tasavvuru. Bir tür genç aklının hayalle gerçeği, kendisi ile gölgesini birbirine karıştırdığı evren.
Birçok gelişmenin aynı anda ortaya çıktığı ve zamanı daralttığı bir andan, zamanın genişleyip hiçbir şey olmuyormuş gibi yerinde saydığı başka bir ana hızlıca geçme deneyimi.
“Ares Harikalar Diyarında”da, ’90’lı yılların entelektüel dünyasını avucunun içine alan postmodern karmaşanın izlerini görmek de mümkün. Zamanın ve mekânın belirsizleştiği, gerçek ile yansımanın birbirinin yerine geçtiği, her şeyin aynı anda olduğu (ya da aslında hiç olmadığı), ‘modern’ aklın yetersizliğinin ispatlanmaya çalışıldığı; birçok yaratıcının da bunu felsefi bir derinlikten çok ‘biçimsel’ olarak ele alıp işler ürettiği bir dönemin meyvesi hiç kuşku yok ki.
Ama bu romanı diğerlerinden ayıran iki yönü var. Birincisi: Derviş Zaim’in romandan sonra devam ettiği sinema macerasının bu girizgah ile olan tutarlılığı ve bugün geldiği nokta. İkincisi: Dönemin benzer birçok eseri işlevlerini tamamlayıp bir köşeye atılmışken, “Ares Harikalar Diyarında”nın kendisini yeniden var edip okurun karşısına çıkabilecek tazelikte kalması.
Derviş Zaim külliyatının, döngüsünü tamamlaması; hikayenin başladığı noktanın, bambaşka bir formda ve dönemde sona eklemlenmesi gibi bir anlamda bu roman.
Serpil Gülgün ‘Hayata ve Kendimize Karşı Dürüst Olmalıyız - Derviş Zaim’, Negatif, Nisan 1995
Hiç tanımadığınız bir yazarın (Derviş Zaim 64 doğumlu genç bir yazar) kitabıyla karşılaştığınızda önce ne yaparsınız, otomatikman adına bakarsınız değil mi? (Derviş Zaim’in ilk romanı Ares Harikalar Diyarında işte bu anlamda çok başarılı, pat diye okuru çarpıyor) Sonra arka kapağını çevirir, ne yazmışlar bakalım dersiniz (Derviş Zaim’in akıllı bir editörü var, çünkü arka kapakta şu cümleler var: ‘Tostu yarıladığı sırada rektörlük binasının önündeydi. Binanın giriş kapısından sonraki odada keskin renklerin, bir yeri olduğundan daha büyük gösterdiğini düşündü. Tostunun son lokmasını yuttu ve kendisine kimlik soran bekçiye ateş etti) ve sonra da okumaya başlarsınız (Not: Burada kitabın AFA yayınevinden Ocak 1995’te çıkan ilk baskısının arka kapağında bulunan yazıdan bahsediliyor. İthaki ve Yapı Kredi Yayınlarından çıkan ikinci ve üçüncü baskılardaki arka kapak yazıları farklıdır. DZ)…
Bir romana başladıktan sonra ya beğenir devam edersiniz, ya da beğenmez bir kenara bırakırsınız. Bu anlamda Ares Harikalar Diyarında’nın başına neler mi gelecek? Birinci şık tabii ki. Yani kesin beğeneceksiniz…Beğeneceksiniz çünkü Ares harikalar Diyarında çarpıcı, etkileyici, sürükleyici, dahası eğlenceli bir kitap. Bob Marley, Titorelli, Selim Işık, Ziya, Işık, Ares, şiddet, Kıbrıs ve zamanla, mekan arasında gidip gelen kampüsüyle…
Kitabın adı niçin Ares Harikalar Diyarında?
-Kitabın ismiyle içeriği arasında öyle çok büyük bir ilişki yok. İlke olarak bir romanın adı ile içeriği arasında çok sağlam, rasyonel denebilecek bir olması gerektiğine inanmıyorum. Romanı yazmaya çalıştığım ikinci ya da üçüncü yıl içinde kitabın adını ‘Albatros’ olarak düşünmüştüm. Ancak o sıralarda aynı adla bir öykü kitabının yayınlanmış olması kitabın adını gözden geçirmeme neden oldu.
-Bu durum Yunus Nadi Roman Armağanı’na katılacağım günün bir gün öncesine dek devam etti. Ertesi gün kitabı yarışmaya sokacağım ama romanın adı yok. Geçildi bilgisayarın başına (bir arkadaşım romanı bilgisayara geçiriyordu) ve düşünüldü. Ares diye bir kahramanım var. Kitaplar da dış dünyayla kıyaslandıkları zaman harika şeyler. Üstelik yazdığım kitap şenlikli de bir kitap. Örneğin kahramanların kimisi kurmaca yaratıklar olduklarının farkına varıyorlar, aralarından bazıları kitabın akışını değiştirmeye kalkışıyor. Böyle düşünüldüğü zaman değişik, harika bir bölge orası. O halde, dedim romanın adı niye Ares Harikalar Diyarında olmasın?
Kafka, Calvino, Oğuz Atay, Tanpınar ve Barth…
-İnanıyorum ki kitaplar kitaplardan türer. Etkilendiğim kaynaklarla Ares Harikalar Diyarında arasındaki bağı saydamlaştırmak ve metinler arası bir alışverişin getireceği zenginleşme için kendime yakın bulduğum yazarların (Kafka, Borges, Calvino, Barth, Perec…) kimi yapıtlarını değişik yöntemlerle ve değişik çerçevelerde metne dahil etmekte sakınca görmedim. Kahramanın adını düşünün bir kere. Tutunamayanların kahramanı Selim Işık! Çok örnek var bu konuda, Titorelli gibi, Ares’in eve getirdiği iki kız Ezmine ile Emkine gibi, ki ikisi de edebiyat tarihinin iki kahramanı…
-Gerçekte Titorelli diye bir yazar yok. Titorelli Kafka’dan ödünç aldığım bir isim. Ressam Titorelli diye geçiyor Dava’da. Romanım bu yönüyle çeşitli metinler arsında gidip gelebiliyor.
-Tanpınar’dan da etkilendiğimi belirtmekte yarar görüyorum. Özellikle Selim’in müzik dinlediği ve meditasyon yaptığı konularda galiba. Ben bireyin kendi içine yönelik bir yolculuğun peşindeki yazarlar kategorisine girdiğimi düşünüyorum. O yüzden bu kategoriye girdiğini düşündüğüm yazarlarla kendi metnim arasında yoğun bir kan dolaşımı bulunmasına izin verdim. Bir de madem bu kadar büyük isimlerden bahsedildi, yanlış anlaşılmaya yer vermemek için şunu da ekleyeyim: Etkilenmek kötü bir şey değil. Etkilendiğiniz yazarlara, etkilendiğiniz noktalara bilinçli olarak yaklaşmak, etkilendiğiniz şeylerin dökümünü elden geldiğince ortaya koymak gerekiyor. ‘Sağlıklı’ ve kalıcı bir yapıta ancak böyle ulaşılabilir.
Yedinci sanat ‘Ares Harikalar Diyarında’yı besledi mi?
Öte yandan roman ile sinema sanatı arasında yoğun bir ilişki sözkonusu. Yedinci sanat, Ares Harikalar Diyarında’yı besledi. Selim Işık, film çekecektir, bu filmin düşük bütçeli, en aşağıda ve en dışarıda olmasını istememektedir ve umutsuzca para aramaktadır. İş bu yönüyle konulduğu zaman, yazış süreci içinde beni etkileyen, kumaş olarak borçlu olduğum yönetmenler var. Tarkovski gibi, Bresson gibi, Ozu gibi…Kitaptaki bazı düşüncelerimi onların yaydığı elektriğe borçluyum.
Niçin Elvis değil de Bob Marley?
Reggae özellikle dinlediğim bir tür…Fakat roman sanatının kendi kuralları çerçevesinde Rasta felsefesinin içini kazımakta, yeniden yorumlamakta sakınca görmedim. Örneğin Buridan ile Bob Marley’i etkileyen isimlerin arasına gerçekte böyle bir şey sözkonusu olmadığı halde Titorelli’yi kattım. Titorelli ile Rasta felsefesi arasında bir ilişki yok. Buridan’ın Kierkegaard veya Heidegger ile de ahlaki açıdan bir ilişkisi yok. Fakat bu gerçekler roman sanatı açısından en ufak bir değer ifade etmiyorlar… Bunlar tümüyle kurmaca. Aslolan kurmacadır.