Derviş Zaim’in yeni filmi Balık’a baktığınızda ilk göreceğiniz şey, insanın doğaya yaptığı kötülüğün dönüp dolaşıp onu bulduğu oluyor. Filmi izlerken belki sizin de aklınıza gelecektir; Nazım Hikmet’in ‘Japon Balıkçısı’ şiiri. “Balık tuttuk yiyen ölür, elimize değen ölür, bu gemi bir kara tabut, lumbarına giren ölür.” Hikmet’in burada ölümden bahsedişi maddi olduğu kadar ruhaniydi de. Hayat kavgası sebebiyle içten içte ölen insanların şiiriydi Japon Balıkçısı. Derviş Zaim’in karakterleri de aynen böyle. Balıkçı kasabasında yaşayan bir ailenin hikâyesi Balık. Baba (Bülent İnal) balık tutmakta zorlanıyor; dolayısıyla ailesine bakmakta da. Evin küçük kızı (Myraslava Kostyeva) konuşamıyor; doktorlar kâr etmiyor. Evin annesi (Sanem Çelik) önsezisi olan bir karakter; nadir bulunan bir balığın yakalanarak kızına yedirilmesi gerektiğini, böylece kızının düzeleceğini düşünüyor. Ayrıca göle karşı saygılı olunması gerektiğini, yoksa cezalandırılacaklarını düşünüyor. Her şeyin bir ufak çember boyutunda daraldığı, sürekli başlangıç noktasına geri döndüğü bir dünyası var. DOĞADAN KOPMAK… Balık’ı izlerken, True Dedective’in karizmatik karakteri Rust Cohle’un lafı da akla geliyor diziyi izleyenler için. Cohle, “Bence insan bilinci, trajik bir yanlış adımla evrimselleşti. Çok fazla öz bilince vardık, doğanın kendisinden kopuk bir bakış açısı yarattık” diyordu. Belki de Cohle’un dediği gibi, insanın öz bilinç kavramını yanlış yorumlayarak, güç ve satın alma istenciyle geliştirdiği bencilliğin, konformizmin adı medeniyete dönüştü. Bugün insanın medeniyetten anladığı şehirleşmek, makineleşmek, elektronikleşmek ve doğadan kopuş oldu. Bu anlamda doğa ile savaş içinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Ama bu savaşın bir tercihin ürünü olduğunun farkında değiliz. Bizi ele geçirmeye çalışan bir doğa yok çünkü. Ama insan kendi varlığını sürdürmek istediği yerde herhangi bir şeye zarar vermeyi beis görmüyor. Balık da işte bu konu üzerine kafa yoruyor ve hikâyesiyle bize bir şeyler söylemeye çalışıyor. MISTIZM VE GERÇEKLİK… Zaim, beyazperdeye verdiği röportajda; “İnsan-doğa ilişkisinin son derece önemli olduğunu söylüyorum, söylemeye de devam edeceğim, çünkü bizim şu anda karşı karşıya kaldığımız problemler; konut, işsizlik, gelir dağılımı, bölüşülmesi, bunların birçoğu, bizim doğayla olan ilişkimizle direkt bağlantılı” diyor. Haklı olduğunu düşünüyorum, biz doğayla modernitenin savaşında hep modernitenin yanında oluyoruz tür olarak, yanlış yapıyoruz. Daha çok bina, daha çok çalışmak. daha az zaman sahibi olmak demek bir anlamda çünkü. Satın alma gücümüzü ölçen kâğıtların değerini belirleyen bizler değiliz. Birimizin para kazanma hırsı, başka birimizin açlık derdine dönüşüyor adaletsiz dünyada. Film, düzgün senaryosu ve ‘meselesi’ sayesinde Altın Koza’dan ‘En İyi Senaryo’ ödülüyle dönmüştü, bana sorarsanız daha da fazlasını almalıydı. Senaryosu dışında Sanem Çelik’in iyi oyunu da Balık’ın artılarından. Balık her açıdan golü atmayı beceren, mistizm ve gerçekliğin dar alanda kısa paslaştığı, savunmasını iyi kurgulayan ve de ikinci yarısı itibarıyla “sen de golü atabilirsin kardeşim ama atmıyorsun” diyen bir film.